Dünya genelinde artan enerji talebi, ülkeleri sürdürülebilir ve güvenilir enerji kaynaklarına yöneltmektedir. Nükleer enerji, düşük karbon salınımı ve yüksek enerji verimliliği nedeniyle önemli bir alternatif olarak görülmektedir. Ancak, nükleer santrallerin çevresel etkileri ve güvenlik riskleri, küresel ölçekte tartışmalara neden olmaktadır.
Küresel Nükleer Enerji Kullanımı
Dünya genelinde 31 ülkede 440’tan fazla nükleer reaktör aktif olarak çalışmaktadır. Küresel elektrik üretiminin yaklaşık %10’u nükleer santrallerden sağlanmaktadır (Hakkıoğlu Tüylüoğlu & Türkan, 2023). Nükleer enerjiyi en fazla kullanan ülkeler şunlardır:
• ABD: 93 reaktör ile ülkenin toplam elektriğinin %18’ini üretmektedir.
• Fransa: 56 reaktör ile elektrik üretiminin %70’ini nükleer enerjiden karşılamaktadır.
• Çin: 55 reaktör ile hızla büyüyen bir nükleer enerji yatırımı sürdürmektedir.
• Rusya, Japonya ve Güney Kore de nükleer enerjiyi yaygın olarak kullanan ülkeler arasındadır.
Bazı ülkeler, özellikle Almanya gibi, nükleer enerjiye karşı mesafeli bir tutum sergileyerek santrallerini kapatma kararı alırken, Çin, Hindistan ve Rusya gibi ülkeler yeni reaktörler inşa etmeye devam etmektedir.
Nükleer Kazalar ve Çevresel Sonuçları
Nükleer enerji üretimi, yüksek güvenlik önlemleri gerektirmektedir. Tarihte yaşanan büyük nükleer kazalar, çevresel felaketlere ve ciddi sağlık sorunlarına yol açmıştır:
• Çernobil (1986, Ukrayna - SSCB Dönemi): Tarihin en büyük nükleer kazasıdır. Patlama sonucu yayılan radyoaktif maddeler, başta Ukrayna, Belarus ve Rusya olmak üzere Avrupa’nın birçok bölgesine yayılmış, milyonlarca insanın sağlığını etkilemiştir. Çernobil felaketi, uluslararası nükleer güvenlik standartlarının sıkılaştırılmasına neden olmuştur (Başkanlığı, 2022).
• Fukuşima (2011, Japonya): 9.0 büyüklüğündeki deprem ve ardından gelen tsunami, Fukuşima Daiichi Nükleer Santrali’nde büyük bir kriz yaratmış, reaktörlerin soğutma sistemleri devre dışı kalmıştır. Sonuç olarak, büyük miktarda radyoaktif madde denize ve atmosfere yayılmıştır. Bu olay, nükleer santrallerin doğal afetlere karşı dayanıklılığının artırılması gerektiğini göstermiştir.
Bu kazalar, nükleer enerjinin çevresel risklerini gözler önüne sermiş ve güvenlik protokollerinin sürekli geliştirilmesi gerektiğini ortaya koymuştur.
Türkiye’nin Nükleer Enerji Stratejisi
Türkiye, enerji arz güvenliğini sağlamak ve dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla nükleer enerjiye yönelmektedir. Bu kapsamda en önemli proje, Akkuyu Nükleer Güç Santrali’dir. Santral, Rusya’nın Rosatom şirketi tarafından inşa edilmekte olup, 2024 yılında devreye alınması planlanmaktadır (Erdoğan, 2016).
Türkiye’nin nükleer enerjiye yönelmesinin temel nedenleri şunlardır:
• Enerji bağımsızlığını artırmak: Türkiye, enerji ihtiyacının büyük bir kısmını ithal ettiği doğalgaz ve kömürden karşılamaktadır. Nükleer enerji, bu bağımlılığı azaltabilir.
• Karbon salınımını düşürmek: Nükleer enerji, kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtlara kıyasla çevreye daha az zarar vermektedir.
• Ekonomik sürdürülebilirlik: Uzun vadede düşük maliyetli ve istikrarlı bir enerji kaynağı sunmaktadır.
Ancak, Türkiye’nin nükleer enerjiye geçiş sürecinde dikkate alması gereken bazı önemli konular vardır:
• Radyoaktif atık yönetimi: Türkiye’nin nükleer atıkların uzun vadeli depolanması konusunda henüz tam anlamıyla belirlenmiş bir politikası bulunmamaktadır.
• Çevresel riskler: Olası kazalar ve atık sızıntıları ciddi ekolojik tehditler oluşturabilir.
• Jeopolitik riskler: Nükleer santraller, savaşlar ve terör saldırıları için stratejik hedefler haline gelebilir.
Radyoaktif Atık Yönetimi
Radyoaktif atıkların güvenli bir şekilde bertaraf edilmesi, nükleer enerjinin en kritik aşamalarından biridir. Bu süreçte kullanılan başlıca yöntemler şunlardır:
• Camlaştırma: Radyoaktif atıklar cam bloklar içinde muhafaza edilerek çevreye sızmaları önlenir (Taner, 2011).
• Yeraltı Depolama: Yüksek seviyeli radyoaktif atıklar, özel korunaklı depolama tesislerinde gömülerek uzun vadeli güvenlik sağlanır (Altın & Kaptan, 2013).
• Betonlaştırma: Radyoaktif atıklar çimento ile karıştırılarak katı hale getirilir ve sızıntı riski azaltılır.
Dünya genelinde birçok ülke, radyoaktif atık yönetimi konusunda gelişmiş teknolojiler ve sıkı güvenlik protokolleri uygulamaktadır. Türkiye’nin de bu alanda uluslararası standartlara tam uyum sağlaması gerekmektedir (Uşaklı, 1997).
Sonuç ve Değerlendirme
Nükleer enerji, dünya genelinde enerji ihtiyacını karşılamak için önemli bir seçenek olsa da, güvenlik ve çevresel etkiler açısından dikkatle yönetilmelidir. Nükleer santrallerin sürdürülebilirliği için şu önlemler alınmalıdır:
• Daha sıkı güvenlik protokolleri uygulanmalı: Olası kazaların önüne geçmek için en yeni teknolojiler kullanılmalıdır.
• Radyoaktif atık yönetimi güçlendirilmeli: Türkiye, uzun vadeli atık bertaraf tesisleri kurarak uluslararası standartlara uygun politikalar geliştirmelidir.
• Halkın bilinçlendirilmesi sağlanmalı: Nükleer enerji hakkında şeffaf bir bilgilendirme politikası izlenerek kamuoyu desteği artırılmalıdır.
Türkiye, nükleer enerjiye geçiş sürecinde uluslararası iş birliklerini güçlendirmeli ve yenilenebilir enerji kaynakları ile dengeli bir enerji politikası benimsemelidir.
Kaynakça
• Altın, S., & Kaptan, H. (2013). Radyoaktif Atıkların Oluşumu, Etkileri ve Yönetimi.
• Arıkan, İ. (2007). Çevresel Radyasyonun Canlılığın Sürdürülebilirliğine Etkileri. Doktora Tezi, Ankara.
• Başkanlığı, A. v. (2022). Radyasyon Dozları ve Etkileri. AFAD.
• Bulucu, M. (2018). Nükleer Atıklar Nasıl Yönetiliyor?. Trend Analizi.
• Erdoğan, S. (2016). Enerji Arz Güvenliği Bağlamında Türkiye’de Nükleer Enerji.
• Hakkıoğlu Tüylüoğlu, E. & Türkan, N. (2023). Nükleer Güç Santrallerinin Çevresel Etkileri. OHS Academy, 6(1), 50-58.
• Kaya, İ. (2012). Nükleer Enerji Dünyasında Çevre ve İnsan.
• Taner, A. C. (2011). Nükleer Atıkların İdaresi ve Yönetimi.
• Uşaklı, A. B. (1997). Nükleer Radyasyon ve Etkileri.