Logo
Çağ Üniversitesi
05.03.2025

Avrupa Birliği Göç Politikalarının Gelişimi

Ecenaz ÖZALP tarafından

Sermaye, mal ve hizmetin yanı sıra emeğin de serbest dolaşıma sahip olduğu Avrupa Birliği, dünya çapında en büyük siyasi birliklerden biri olarak kendine özgü hukuki düzenlemelere sahiptir. 2. Dünya Savaşına kadar süregelen dönemde; savaşlar, ekonomik durgunluk ve istikrarsızlık gibi etkenler nedeniyle büyük ölçüde Amerika Birleşik Devletleri’ne göç veren bir bölge olan Avrupa, ancak 1960’lardan itibaren göç alan bir bölge haline gelmeye başlamıştır. 1951’de imzalanan Kömür ve Çelik Topluluğu anlaşması, birliğin ekonomik temelini oluştururken; 1957’de imzalanan Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu kurularak siyasi birlik yolunda önemli bir adım atılmıştır. Bu anlaşmaların sonucu olarak entegrasyon süreci gündeme gelmiş ve tüm birlik genelinde göç politikalarının oluşturulmasına yönelik bir gereklilik ortaya çıkmıştır.

1945 sonrası dönemi ifade eden ve “ Misafir İşçi Dönemi” olarak adlandırılan süreç, temelde 2.Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkımın giderilmesi çabalarıyla şekillenmiştir. Savaşın ekonomi ve altyapı üzerinde bıraktığı tahribatı onarmak ve yeniden inşa sürecini. Hızlandırmak amacıyla iş gücü açığı oluşmuş, bu eksikliği gidermek için üçüncü dünya ülkelerinden işçi alımı yapılmıştır. 1945-1970 yılları arasında sanayileşme sürecini hızlandıran Avrupa ülkeleri, düşük vasıflı iş gücünü dışarıdan temin ederek ekonomik büyümelerini sürdürme yolunu tercih ermiştir.

2. Dünya savaşı sonrası, Avrupa’da iş gücü açığını kapatmak için farklı politikalar uygulanmıştır. Kolonyal geçmişi olmayan ülkeler iş gücü ihtiyacını üçüncü dünya ülkeleriyle yaptıkları anlaşmalarla giderirken, sömürge geçmişi olan ülkeler eski kolonilerinden gelen göçmenlere vatandaşlık vererek emek arzını arttırmıştır. Bu dönemde göçmenler Avrupa ekonomilerine önemli katkılar sağlamış ve dış göç teşvik ve kontrol edilerek yönetilmiştir.  

1945-1970 yıllarını kapsayan savaş sonrası yeniden yapılanma sürecinde Avrupa ülkeleri, sanayileşme hamlesini hızlandırmak için misafir işçi politikalarını benimsemiştir ancak 1973’te yaşanan petrol krizi, ekonomik durgunluğa yol açarak bu politikaların terk edilmesine neden olmuştur. Batı Avrupa ülkeleri göç hareketlerini sınırlandırmak amacıyla yıllık kota uygulamaları geliştirmiş ve göçmen işçilerin ülkelerine dönmelerini teşvik eden politikalar geliştirmiştir. Bu kısıtlama çabalarına rağmen, göçmen işçilerin aile birleşimi yoluyla Avrupa’ya yerleşmeleri, göç akışının devam etmesine neden olmuştur. Vatandaşlık ve sürekli çalışma izni alan göçmenler, önce eş ve çocuklarını, ardından ebeveynlerini yanlarına alarak göçmen nüfusunu arttırmıştır. Bu durum, göçmenlerin sadece iş gücü piyasasında vasıfsız iş gücü ihtiyacını karşılayan bireyler olarak değil, aynı zamanda sosyal yardımlardan faydalanan ve toplumsal düzen için bir tehdit oluşturan bir grup olarak algılanmasına yol açmıştır.

Göçün devlet politikalarıyla sınırlandırılmasına rağmen, mahkemeler çalışma izni veya vatandaşlık hakkı kazanan göçmenlerin ailelerini yanlarına alma haklarını onaylamış ve bu süreci yasal hale getirmiştir. Bazı sosyal bilimciler, bu dönemi mahkeme kararlarının kararlarının şekillendirdiğini savunurken bazıları ise aile birleşmelerinin göç sürecinin doğal bir devamı olduğunu ve insanı bir gereklilik olarak görülmesi gerektiğini öne sürmektedir.

Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte, Doğu Bloku ülkeleri vatandaşlarının Batı’ya geçişini engelleyen kısıtlamaları kaldırmaya başlamış, Batı Avrupa ülkeleri ise bu ani göç akışını kontrol edebilmek için yeni politikalar geliştirmiştir. Bu süreçten en çok etkilenen ülke Almanya olmuş, yaklaşık 4 milyon Doğu Alman vatandaşı Batı Almanya’ya göç etmiştir.Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından en yoğun göç hareketi Almanya ve Avusturya’da yaşanmış olsa da, Avrupa’nın geri kalanında aynı ölçüde bir değişim görülmemiştir. Demir Perde’nin ortadan kalkması, göç edenlerin hedef ülkelerinde de değişikliklere neden olmuş, daha önce göç veren ülkeler konumundaki İtalya, İspanya, Portekiz, Yunanistan ve İrlanda, 1990’lardan itibaren göç alan ülkeler haline gelmiştir.

Avrupa Birliği’nin genişleme süreci, özellikle 2004 yılında Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Polonya, Slovakya, Slovenya, Malta ve Güney Kıbrıs’ın birliğe katılmasıyla hızlanmıştır. 2007 yılında Bulgaristan ve Romanya’nın da katılımıyla üye sayısı artmış, ancak bu durum AB içinde serbest dolaşım ve emek piyasalarına katılım konularında tartışmalara yol açmıştır. Birleşik Krallık ve İrlanda, serbest dolaşım bölgesi olan Schengen’e kendi tercihiyle katılmamış, Romanya ve Bulgaristan gibi ülkeler ise Schengen üyeliği için görüşmelere devam etmektedir. 2004’teki genişleme sonrası yapılan araştırmalar, yeni üye ülkelerden AB15 ülkelerine göçün arttığını gösterse de, AB dışı ülkelerden gelen göçün daha yoğun olduğu belirlenmiştir. En fazla göç İrlanda ve Birleşik Krallık’a yönelirken, en çok göç veren ülkeler Romanya, Bulgaristan, Litvanya ve Polonya olmuştur. Bu durum, AB genişleme politikasının iş gücü piyasaları üzerindeki etkisinin sanıldığı kadar büyük olmadığını ortaya koymuştur.

1990’lara kadar Avrupa’daki göç hareketleri ağırlıklı olarak kıta içinde gerçekleşirken, 2000’li yıllardan itibaren özellikle Doğu Avrupa’nın yanı sıra Afrika ve Asya kaynaklı göçler daha belirgin hale gelmiştir. Bu durum, Avrupa Birliği’nin göç politikalarında önemli değişiklikler yapma gerekliliğini ortaya çıkarmıştır.

Avrupa Birliği, 2007 yılında aldığı bir kararla birlik dışından gelen göçmenlere oturma ve çalışma izni verilmesini gündemine almış ve 2009 yılında “Mavi Kart” uygulamasını başlatmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nin Yeşil Kart sistemine benzer şekilde tasarlanan bu uygulama, Avrupa’ya yüksek vasıflı iş gücü çekmeyi amaçlamıştır. Ancak, Mavi Kart uygulaması beklenen başarıyı sağlayamamış ve nitelikli iş gücünü çekmekte yetersiz kalmıştır. AB ülkelerindeki göç dinamikleri incelendiğinde, İspanya’nın 1975-2000 yılları arasında yükseköğrenimde yaşadığı dönüşüm nedeniyle göçmen iş gücüne olan ihtiyacının arttığı görülmektedir. 2000 yılında nüfusunun %1,9’u göçmenlerden oluşurken, bu oran 2010’da %12’ye yükselmiştir. Almanya’da ise 2014 yılı itibariyle nüfusun %20’sini göçmenler oluştururken, göçmen iş gücü içerisindeki işsizlik oranının ülke ortalamasının iki katı olduğu tespit edilmiştir. İngiltere’de 2015 itibariyle göçmen sayısı 7,8 milyona ulaşmış ve bu göçmenlerin büyük çoğunluğu iş gücü piyasasına katılmıştır.

Avrupa genelinde göçün temel nedenleri arasında aile birleşmeleri ilk sırada yer alırken, çalışma ve eğitim amaçlı göçler de önemli bir yer tutmaktadır. Avrupa Komisyonu, 2014 yılında yeni bir göç politikası belirleme gerekliliğini vurgulamış ve 28 farklı iş gücü piyasasının tek bir entegre sisteme dönüştürülmesinin kaçınılmaz olduğunu belirtmiştir. Ancak, Mavi Kart uygulamasının katı yasal düzenlemeler nedeniyle etkili olamaması, düşük vasıflı iş gücü açığını artırmıştır. 

 

2015 yılında AB’ye 1,4 milyon göçmenin giriş yapması, ancak 700 bin kişinin Avrupa’dan ayrılması net göçmen sayısının 700 bin olarak belirlenmesine yol açmıştır. Avrupa’da düşük doğum oranları ve yaşlanan nüfus nedeniyle göçün giderek daha büyük bir önem kazandığı ve bu durumun AB’nin uzun vadeli politikalarında belirleyici bir faktör olacağı öngörülmektedir.

2010 yılında Tunus’ta bir seyyar satıcının kendini ateşe vermesiyle başlayan halk ayaklanmaları, kısa sürede Mısır, Libya ve Suriye gibi Arap ülkelerine yayılmış ve “Arap Baharı” olarak adlandırılmıştır. Gelir adaletsizliği ve ekonomik kriz gibi faktörler bu süreci tetiklemiş, toplumsal huzursuzluklar iktidar değişikliklerine ve iç karışıklıklara yol açmıştır.Bu gelişmeler, birçok insanın daha iyi yaşam koşulları arayışıyla Avrupa’ya göç etmesine neden olmuştur. Kuzey Afrika’dan en yakın gelişmiş ülkeler olan İtalya ve İspanya’ya büyük bir göç dalgası yönelmiş, bu durum Avrupa Birliği’ni (AB) yeni politikalar geliştirmeye zorlamıştır. AB, göçü kontrol altına almak amacıyla Kuzey Afrika ülkeleriyle ortaklık anlaşmaları yapmış ve “Göç için Diyalog, Mobilite ve Güvenlik” programlarını hayata geçirmiştir. Ancak, bu önlemler yetersiz görülerek küresel göç yönetimini koordine etmek için Global Approach to Migration and Mobility (GAMM) adlı merkez kurulmuştur.

Göçmenlerin Avrupa’ya ulaşmaya çalışırken yaşadığı trajediler giderek artmış, 2013 yılında 700 kişi yaşamını yitirirken, 2016 yılında bu sayı 5.082’ye yükselmiştir. Bu durum, AB’nin sınır güvenliğini sıkılaştırma çabalarını artırmasına neden olmuştur. Daha önce Schengen Anlaşması ile oluşturulan sınır politikaları, artan göç dalgası karşısında yetersiz kalınca 2004 yılında AB ülkelerinin sınır güvenliğini güçlendirmek amacıyla Frontex kurulmuştur. 2016 yılında Frontex, Avrupa Birliği Sınır ve Kıyı Güvenliği Ajansı olarak yeniden yapılandırılmış ve daha etkili hale getirilmiştir.

Bu yeni düzenlemeler sonucunda, AB’ye yönelik düzensiz göç önemli ölçüde azalmıştır. 2015 yılında AB sınırlarında yaklaşık 2,5 milyon göçmen yakalanmışken, 2016’da bu rakam 650 bine düşmüştür. 2015’te sınırda yakalanan Suriyeli göçmen sayısı 700 bin iken, 2016’da 90 bine gerilemiştir. Göçmen akışının %30’unu Orta Doğu’dan gelenler oluştururken, 2016 itibarıyla bu oran %15’e kadar düşmüştür. AB’nin aldığı sıkı önlemler nedeniyle, Avrupa’ya ulaşmaya çalışan göçmenlerin %80’i artık Afrika’dan gelenlerdir.

Kaynak:

Aykaç, M., ve Yertüm, U.(2017). Avrupa Birliği Göç Politikalarının Gelişimi: Misafir İşçi Kabulünden Sığınmacı Akınına. Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi(70), 1-29.

 

 

 

Ecenaz ÖZALP

YAZAR HAKKINDA